Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Bu yazımda Müslümanları biraz eleştireceğim. Çünkü Müslümanlar Kuran’ı bırakıp başka verileri kullanarak kendilerine başka din edindiler. Önce bu durumu inceleyelim.

Mevcut İslam inancını oluşturan en büyük kaynak hadislerdir. Aslında Kuran yapısı gereği istenilen tarafa çekilebilecek bir yapıya sahiptir. Onun için hadislerle oluşturulan din bile Kuran’dan zorlamada olsa cevaz alır. Ve bu duruma en büyük gerekçe ise, “Dini Peygamberden daha iyi kim bilecekti” bahanesidir. Bu gerekçe bile çok geçerli değildir ama geçerli sayarak bu durumu incelemeye çalışalım. Aslında bu durumu başkaları da inceleyerek harika bilgiler vermişlerdir. Ben can alıcı birkaç bilgiye değineceğim. Detaylı bilgileri almak için Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah İle Aldatmak” veya İstanbul Kuran Araştırmaları Grubu’nun “Uydurulan din ve Kuran’daki din” kitaplarının okunmasını tavsiye ederim. Her ikisini de e-kitap olarak bulabilirsiniz.

Hadislerin din üzerindeki etkisini anlamak için, “Seâdet-i Ebediyye: Tam İlmihal” kitabının yazarı Hüseyin Hilmi Işık’ın bir sözünü anlamak yeterlidir. “Ebu Hureyre’yi inkâr eden şeriatın yarısını inkâr eder, çünkü hükümlerin çıktığı hadislerin yarısını, Ebu Hureyre nakletmiştir.” Görüldüğü gibi, şeriatı oluşturan şey, rivayet edilen hadislerdir. Eğer Hureyre’nin rivayet ettiği hadisler bu kadar etkili ise, var olduğu söylenen 2 milyon hadis, tüm dini oluşturacaktır. Acaba Kuran bu hadislerin neresindedir. Elbette bu görüşleri savunanlar Kuran’a uymayan hadis olamaz diyecektir. Fakat, Kuran hemen her şey için, cevaz verecek bir niteliktedir. Örneğin; Muaviye dönemindeki İbni Kesir’in “El Bidaye Ve’n Nihaye” adlı eserindeki “Ebu Hureyre rivayet eder ki: “Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi ve şöyle dedi: ‘Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla” veya “Allah’ın Resulü şunu derken duydum: ‘Allah, vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye’” gibi akla mantığa uymayan hadisleri Kuran yalanlamaz. Daha doğrusu yalanlayamaz.

Görüldüğü gibi, hadislerin doğruluğunu Kuran’a bakarak anlayamayız. Elbette hadis rivayet edenler de Kuran’a açıkça ters olacak söz, etmeyecek kadar akıllıdırlar.

Şimdi hadislere neden güvenemeyeceğimizi, birkaç örnekle anlatmaya çalışayım. Örneğin Buhari 600.000 hadis incelediğini söylemektedir. Buhari bu hadisleri peygambere kadar bağlayarak, güvenirliliklerini test etmek zorundaydı. Küçük bir hesapla bunun mümkün olmadığı kolaylıkla görülebilir. Her hadisin doğruluğunu, nakil zincirinin sağlamlığını anlamak için, her hadise, 2 saat ayırdığını düşünelim. Buhari’nin 7 gün 24 saat hiç uyumadan çalıştığını kabul edelim. Sırf bu süre 136 yıl sürer. Oysa bazen sırf bir hadisin, bir zincirinin, bir halkasının sağlamlığının anlaşılması için, günlerce seyahat edildiği iddiasını düşünürsek; Buhari’nin bildiği tüm hadislerin doğruluğunu test etmesinin mümkün olmadığı açıktır. Bir hadis toplayıcısı geçimini başkasının sağlaması koşulu ile en erken 30 yaşında hadis toplamaya başlayıp 60 yaşına kadar bu işi yaptığını düşünürsek, ancak 22.000 hadisin incelemesini yapabilir. (Günde 2 adet hadisin incelendiğini kabul ettim.) Bize bol bol hadis bırakanların aslında, doğru söylemedikleri çok açıktır.

Sorun sadece hadisleri toplayanlarda değil. Başka bir sorunda, bize bol bol hadis rivayet eden kişilerdedir. Örneğin; Ebu Hureyre, peygamberi yalnızca 2 yıl görmüş, ama 5300′den fazla hadis rivayet etmiştir. Bu demektir ki, Ebu Hureyre ortalama günde 7 tane hadis duymuştur. Ve bu hadislerin tümünü de eksiksiz hatırlamaktadır. Bunun mümkün olmadığını sizde test edebilirsiniz. Şöyle geçmişe giderek lise döneminize gidin. Lisedeki fizik öğretmeninizin anlattığı konuları düşünün, bakalım ne kadarını hatırlayacaksınız. Siz daha konuları hatırlayamazken, birde neler anlattığını hiç hatırlayamazsınız. Üstelik siz o konuları sadece derste görmediniz, birde onlara, sınava gireceğiniz için çalıştınız. Siz tek bir söz hatırlamazken, Ebu Hureyre konuşma esnasında geçen bir sözü, nasıl harfiyen hatırlayabiliyor. Bunun mümkün olmadığını size başka bir örnekle daha anlatmaya çalışayım. Peygamberimiz, veda hutbesini, kalabalık bir zümreye yapmıştır. Ve o hutbede söylenen bir sözü, bize üç ayrı şekilde gelmiştir.

1-Size bir emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ki Allah’ın gökten yere uzanmış ipidir. Ona yapıştığınız takdirde asla sapmazsınız.

2-Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve sünnetim.

3-Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve ehli beytim.

Bu üç hadisten, en az ikisinin yanlış olduğu kesin olarak bellidir. Bu hadislerden herkes istediğini doğru kabul ederek, alır. Ehli Sünnet mezheplerin 2.sini, Şii mezheplerin 3.sünü doğru kabul ettiğini görürüz. Çok kişinin şahit olması nedeniyle, en doğru olarak bize gelmesi gereken bir hadisin bile, hatalı olması, durumu tam olarak gösterir.  Bu durumda tek kişiden rivayetin ne kadar sorunlu olduğu ortadadır. Elbette hadisler tek değil, çok kişiden nakledildi diye savunma yapılabilir ama hadislerin kahır ekseriyeti tek kişi kaynaklıdır. Bu durum, sözlü aktarımın çok tehlikeli olduğunun göstergesidir.

Sözlü geleneğin tehlikeli olduğunu söyleyenlerden biri de, peygamberdir. Bir hadise göre “Sahabe peygamberden sözlerini yazmak için izin istedi. Ancak onlara izin verilmedi.” El Hatib’teki hadis şöyledir: (Darimi, es-Sünen) Biz hadis yazarken Hazreti Peygamber yanımıza geldi ve ‘Yazdığınız şey nedir?’ dedi. ‘Senden işittiğimiz hadisler’ dedik. Hazreti Peygamber; ‘Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.’ dedi (El Hatib, Takyid,) Tirmizi’de de, benzer hadis vardır: Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm) Görüldüğü gibi Peygamber, çok mantıklı bir sebeple, sözlerinin yazılmasına müsaade etmemiştir. Çünkü başka kitaplar yazanların hep sapıttığını biliyordu. Yani o, onlarla bir din oluşturulmasının tehlikesinden haberdardı. Bu konuda ilk dört halife de duyarlı davranmış ve peygamberin sözlerini yazmışlarsa bile, onları imha etmişlerdir. Hazreti Ali, minberden şu hutbeyi vermişti: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.”  (İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm) Peygamberin sözlerini toplama geleneği, çok daha sonraları ortaya çıkmıştır.

Bu günkü Müslümanlığın Kuran’a dayanmadığını Prof Yaşar Nuru Öztürk “Allah ile Aldatanlar” adlı kitabında şöyle anlatmaktadır. “Dinde olmayan birçok haram, sevap, dokunulmaz alan, kural, ibadet icat edilmiştir. ‘Dindarlık’ yapay kutsallara saygıyla eşitlenmiştir. Bu durumda, Allah ile aldatanların anladığı anlamda ‘dindar’ olduğunuzda gerçek dinin dışına çıkarsınız. Onların anladığı gibi ‘dindar’ olmadığınızda ise, ‘dinsiz’ diye damgalanırsınız. Tezgâh işte böyle kurulmuştur.” Bu durumun böyle olacağı, Kuran tarafından bile bilinmektedir.

 [stextbox id=”warning”]Furkan 30. Ve (o gün) Resul diyecek ki: “Yâ Rabbî! Benim toplumum bu Kur’an’ı yalnızlığa mahkûm etti!” (Mustafa İslamoğlu)[/stextbox]

Ayet, Peygambere kıyamette kavminin Kuran’ı terk ederek, başka şeylere inanıp onu din yapacaklarını söyletmiştir. Yani bu sürecin bu şekilde gideceği plânlanmış bir süreçtir. Tüm bunlardan anlaşılan şey; bu günkü Müslümanlık Kuran’a dayanmamaktadır.

Bu konuya bu kadar değinmemin bir sebebi var. Benim Kuran’la ilgili yazılarımı eleştirenler çoğunlukla, mevcut İslam görüşüne göre değerlendirmektedirler. Mevcut inancın Kuran’la çakışmadığı için, benim söylemlerimle de çakışmayacağı kesindir. Ben hadislere pek önem vermememe rağmen, bazılarının doğru olması gerektiğini düşünüyorum.  Çünkü içlerinde gizlenen anlamları, o gün için pek anlam içermemesine rağmen, bugün, muazzam bir bilgi kaynağıdırlar. Onların Peygambere söyletilmiş olması gerekir. Çünkü dünyadaki hiçbir insan onların gerçek anlamını bilerek söyleyemezdi. Anlamları, kıyamette ortaya çıkacak hadisleri kimse uyduramazdı. O hadisleri söyleten güç, geleceği plânlayan güç olmalıdır.

Şimdi Mevcut inanışın Kuran’da olduğunu söylediği şeylere göre akla uymayan bazı sorular.

  1. Eğer tanrı sonsuz güce sahipse; insanı niye yarattı? Kendine yetmesi ve insana ihtiyaç hissetmemesi gerekirdi.
  2. İnsanlara sormadan onları yaratarak, onlara kurallar koyarak, onları bazı şeylere zorlama ve sonra uymayanları cezalandırmak mantıksızlığın dik âlâsı değil mi?
  3. En çok 100 yıl yaşayabilecek insanın yanlışlarına,  ilelebet ceza orantısız güç kullanımı değil mi? Bu soruyu daha genişletmek mümkün. Sadece ibadet edip, kimseye faydası olmayan insanlara karşın; Edison, Tesla, Einstein gibi insanlığa çok büyük hizmetler sunan insanların, ilelebet cezalandırılmaları reva mı? Neden, sonsuz güce sahip bir güç, “ateş” gibi akıl almaz bir şeyi, cezalandırma mekanizması olarak kullanıyor? Bu gün insanlar, çok daha mantıklı cezalandırma yöntemleri uyguluyor. Bu kadar insafsız ve insanlık dışı cezalandırma niye?
  4. Neden insanları uyarmak için, peygamberler seçmek durumunda kalmıştır. Kendisinin herkese ulaşmaya gücü yetmiyor mu?
  5. Neden Ademin cennetten kovulmasına müsaade etti? Neden şeytanın Ademi kandırmasını engellemedi? Cennete meyve koyup, sonra “bundan yemek yasak” demek bir tuzak değil mi?
  6. Neden Tekâmül Kuran’da önemle işlenen bir konu iken, mevcut inanışta hiç yer bulmaz

Şimdi sırasıyla soruları cevaplayalım.

1. Eğer tanrı sonsuz güce sahipse; insanı niye yarattı? Kendine yetmesi ve insana ihtiyaç hissetmemesi gerekirdi.

Kuran’daki hâkim düşünceye göre Allah insanı O’na ibadet etsin diye yarattı.

 [stextbox id=”warning”]Zâriyât 56 Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.[/stextbox]

Diyerek Kuran bu düşünceye cevaz verir. Aslında bu düşüncenin mantığını sorguladığımızda bayağı sorunlu olduğunu anlarız. Çünkü o zaman Allah’ın bir şekilde bu ibadete ihtiyacı olması gerekir. Bu durum ise Allah’ın, sonsuz güce sahip olmasıyla çelişir. Mevcut inanış burada “İbadet; insan içindir, Allah için değil” savunmasını yapar. Oysa ayet çok açık “bana ibadet etsinler diye yarattım” demektedir. “İnsanların ihtiyacı var, onun için, ibadet etsinler” demiyor. Yani insanın yaratılmasının sebebi Allah’a ibadet etmeleridir. Onun için, uydurulan gerekçe ayetle hiç uyuşmamaktadır. Kuran’ı incelediğimizde başka bir gerekçe daha görülmektedir. 

 [stextbox id=”warning”]Enbiya 16-17 Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık.[/stextbox]

Diyerek önceki ayetle çelişir gözükmektedir.

 [stextbox id=”warning”]Sad 27 Hem o göğü, yeri ve aralarındakileri biz boşuna yaratmadık. O, kâfirlerin zannıdır. Onun için, vay ateşe girecek olan kâfirlerin haline![/stextbox]

Bu ayetle Enbiya 16 -17 ayetindeki mantık desteklenmektedir. Yani insanın yaratılması boşuna değildir. Çok önemli bir gerekçesi olmalıdır. Bu yaratılma nedeni, bir gücün eğlencesinin çok ötesinde bir anlama sahip olmalıdır. Ben bu anlamı “O’na döndürüleceksiniz” ayetinde görüyorum. O’na döndürülmenin yolu tekâmül etmekten geçer. Kuran tekâmül etmeye önem verir. Ve bana göre bu konudaki en önemli ayet Meâric 4’tür.

 [stextbox id=”warning”]Me’âric  4 Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir günde ona çıkar.[/stextbox]

Ayette görüldüğü gibi meleklerin ve ruhun ona çıkması söz konusudur. Bunu yolculuk olarak almak saçmalıktır. Çünkü, o zaman, Kuran diye bir şey olamazdı. Cebrail sadece O’na çıkmak için, dünya yılıyla 50 bin yıl süren bir yolculuk yapmak zorundaydı. Bir o kadar da geri dönüşte geçer. Yani dediğim gibi, Kuran diye bir şey olamazdı. Bu kavramı “O’na döneceksiniz” söylemiyle beraber düşünmek gerekir. Ayet O’nunla bir olmaktan bahsediyor. Yani sistemin O’na döndürülmüş olduğu durumu söylüyor. Bunun da ancak tekâmülle gerçekleşeceği görülebilir.

 [stextbox id=”warning”] İnşikak 6 Eyinsan! Kuşkusuz sen Rabbine doğru çaba üstüne çaba sarfetmektesin, nihayet O’na varacaksın.[/stextbox]

Ayrıca bu ayette de insanlığın rabbine doğru gittiğini söylemektedir ve O’na varacak olması da, müjdelenmektedir. Burada da tekâmülün başarıya ulaşacağı anlatılmaktadır. Üstelik “Ey insan!” diyerek tüm insanlara seslenmektedir. Dikkatinizi çekerim “Ey Müslüman!” demiyor.

Mevcut inanışta insan kıyametten sonra Allah’a dönmüş olur. Fakat O’na döneceğimiz şey, öte dünyada değil, Ârş’tadır. Ârş ise, öte dünyada değildir. Öte dünya; dünyamızı da içeren kendi içinde kapalı bir sistemdir. Ârş ise bu sistemin dışındadır. Bu sistemin dışına çıkabilmenin tek yolu, tekâmül etmekten geçer. Bu sistemi anlayabilmenin yolu bilimsel makalelerin anlaşılabilmesinde yatmaktadır. Eğer sistemin çalışma prensibini anlayabilirseniz her şey cuk diye yerine oturmaktadır. Kuran’da tekâmül konusunu “Kuran’a göre tekâmül ve bilimsel anlamı…” adlı makaleden daha detaylı okuyabilirsiniz.

Bu mantığa göre insanın yaratılmasının sebebi tekâmül etmesinde gizlidir. İnsan Tekâmül ederek Kaynakla bir olmalıdır. Bu onun yaratılma sebebidir.

Kuran’da bu konu bir miktar gizlidir. Zaten ruh konusunun gizli olduğunu Kuran söylemektedir.

 [stextbox id=”warning”]İsra 85 Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”[/stextbox]

Bize de az bir bilgi verildiği söylenmektedir. Aslında epey bilgi verilmiştir ama, gizlendiği için, bunu göremedik. Örneğin Kuran’da çokça geçen “Cin” denen mahlûklar yine bizleriz. Kuran öte dünyada olanlara cin, dünyada olanlara insan demektedir. Ayetlere dikkat edildiğinde bunu anlamak mümkündür. Her cin kelimesi insan kelimesiyle kullanılmıştır. Böylece ikisinin aynı şey olduğu anlatılmak istenmiştir.

Eğer tanrı insanı tekâmül etmesi için, yaratmış ise neden “bana ibadet etsinler diye yarattım” demiştir. Kuran çok ilginç yazılmış bir kitaptır ve bize iki ana mantık sunmaktadır. Biri şu anda oluşmuş olan İslam inancı ve diğeri ise, kıyamette ortaya çıkması istenen mantıktır. İşte o ayet mevcut inanışın oluşmasını sağlamaya yöneliktir.  Mevcut inanışın oluşmasını sağlamak için, Ebu Hureyre gibiler kullanılmıştır.  Eğer ayette “bana ibadet etsinler” yerine “bana gelsinler” yani “tekâmül etsinler” kelimesi konulursa anlam tam oturmaktadır. Buradan ben şunu anlamaktayım: Müslümanlık insanların tekâmül edebilmesi için, farklı bir yaşam alanı oluşturur. Tıpkı diğer dinler gibi… Onun için, dünyada tek din olması istenmemiştir. Her din ona inananları kıyamete kadar geliştirmek içindir. Diğer inançlarından farklı olarak yalnızca Kuran’ın kıyamette tüm insanlara rehber olması söz konusudur. Dikkat edin, rehber olacak olan şey, İslam değil, Kuran’dır. Bunu da yapabilmesi için, kıyamete hitap eden ayetlerin anlamlarının ortaya çıkması gerekir. Yani sembolizminin çözülmesi gerekir.

Benim ruh ile bilinci aynı anlamda kullandığımı biliyorsunuzdur. Ayrıca bu bilinci Kuran, “İblis” sembolü içinde de gizlemektedir.

  1. İnsanlara sormadan onları yaratarak, onlara kurallar koyarak, onları bazı şeylere zorlama ve sonra uymayanları, cezalandırmak ne kadar mantıklı?

Aslında cezalandırma diye bir şeyin olmadığını anlamak, bu tür soruları gereksiz kılar. Bu durumda da Kuran’da cehennemin ne anlama geldiğini anlamak gerekir. Yukarda da belirttiğim gibi sistemin çalışmasını anlayan herkes, ruhun enerji olduğunu ve enerjinin ateşte yanmayacağını bilir. Fakat burada cezayı ille de yanmak olarak düşünmek gerekmez.

Konu yine mevcut inanca gelip dayanmaktadır. Mevcut inançta tekâmül önemsenmez. Çünkü tekâmülün getirisi olan yeniden doğuş inancı, reddedilmektedir. İşte kıyamete kadar oluşması istenen inanç sisteminde, yeniden doğuş olmamalıdır. “Dünyada dinlerin var olma sebebi!” adlı makalede üç büyük dinin, bilincin matematik zekâ yönünü geliştirmek için, oluşturulduğunu anlattım. Tekâmül ve yeniden doğuş düşüncesi, matematik zekâ yani IQ yönüne değil, sosyal zekâ yani EQ yönüne etki etmektedir. Fakat sosyal zekâ yönü, Budizm gibi doğu dinlerinin geliştirmesi gereken yöndür. Onun için, Müslümanlıkta ruh konusu bir miktar gizlidir. Eğer gizlenmeseydi Budizm ya da Hinduizm gibi bir yaşam tarzı oluşacaktı. Oysa istenen o değildir.

İşte cehennem ve cennet bu mantığın açıklarını kapatmaya yöneliktir. Çünkü, tek bir hayat yaşayan birinin haksızlıklarını ya da haklarını vermek için, bu sistem oluşturulmuştur. Yoksa çok büyük açıklar oluşacağı için, taraftar bulması mümkün olmayacaktı. Onun için, cennet ve cehennem üç büyük din dediğimiz batı dinlerinde vardır. Doğu dinleri, yeniden doğuşa inandığı için, cennet ve cehenneme ihtiyaç duymazlar. Birçok hayat yaşayan bir ruh için, her türlü şartlar deneyimlenmiştir. Bir hayatında “ezen” ise, diğer hayatında “ezilen” olmuş olabilir. Böylece bir ceza veya mükâfat gerekmez. Fakat doğu dinleri ile benim yeniden doğuş görüşüm arasında fark vardır. Orada kötülük yapanlar daha alt düzeyde, hatta hayvan olarak bile bedenlenebilirler. Ben bu tür yeniden doğuş inancını kabul etmiyorum. Bana göre; insan olarak bedenlenmeye başlayan ruh, kıyamete kadar insan bedenlerinde doğar. İyilik veya kötülük yapması onun enkarne olacağı bedeni etkilemez. Etkileyen şey, tekâmül için, neye ihtiyacı olduğudur. Yani her hayatında en yüksek verim ile tekâmül etmesi için, bir hayat seçilmesi ana esastır. Ezen ve ezilen olması bu şartlara göre belirlenir. Fakat tekâmül etmek için, ezilen olması, daha çok istenen bir durumdur. Çünkü çok daha verimli tekâmül sağlamaktadır. Ezilen olabilmesi için, ille de birilerinin ezen olması gerekir. Ezilenlerin fazla olması, tekâmülde daha iyi sonuç verdiğinden olmaktadır. İşte cehennem, bu ezilenlerin zor hayatlarına katlanabilmeleri için, yardımcı bir unsurdur. Kendisine eziyet eden insanın cehennemde yanacak olduğunu bilmesi, içinde bulunduğu kötü şartlara dayanabilmesini sağlamaktadır.

Başlığa dönecek olursak, ceza diye bir şeyin olmadığını bilmek gerekir. Çünkü her insan dünyaya gelirken yaşayacağı hayatı bilir ve kendisi seçer. Seçtiği hayatı deneyimler. Zamanı geldiğinde alması gereken önemli kararları ezberler. Çoğu kişi yaşamıştır, bazen çok aptalca kararlar alabiliriz. “Ben böyle bir kararı nasıl aldım” diye şaşırdığımız olur. Bunun nedeni yaşamamız gerekeni seçtiğimizdendir. Bu kararı mantıkla değil, içten gelen bir sesle alırız.

3.En çok 100 yıl yaşayabilecek insanın yanlışlarına ilelebet ceza orantısız güç kullanımı değil mi?

Bu sorular cehennemin varlığının ne kadar hatalı bir görüş olduğunu göstermek açısından önemlidir.  Kuran’ın sıra yorumuna göre, cehennemde yanılır ve çıkış da yoktur. 

 [stextbox id=”warning”]NİSA 56 Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri biz yarın bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler vereceğiz. Çünkü, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

MAİDE 37 Cehennem ateşinden çıkmak isterler. Ama oradan çıkacak değillerdir. Onlar için, devamlı bir azap vardır.

Hûd 119 Ancak Rabbinin rahmetle yarlığadığı kimseler başka. Onun için,dir ki, onları yarattı. Ve Rabbinin “Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım” sözü böylece tamam oldu.[/stextbox]

Kuran’da Allah’ın merhametli olduğu, pek çok ayette söylenir ama merhamet, bu ayetlerle tam bir zıtlık içerir. Bu ayetlere göre, Ayetleri inkâr eden kâfirler cehenneme atılacak, acıları son bulmasın diye, derileri yenilenecek ve bu ceza ilelebet sürecek. Ve üstelik cehennemin insan ve cinlerle doldurulacağına da yemin edilmiş. 

 [stextbox id=”warning”]

BAKARA 6 – 7 Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.

ARAF 101 İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.

Müddesir 56 Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O’dur, bağışlayacak da.

[/stextbox]

Görüldüğü gibi, dünyadaki 7 milyar insandan 1,6 milyar kadar Müslüman var ve geri kalanlar cehennem kütüğü. Çünkü Allah özellikle onların kalplerini mühürledi. Yoksa cehennemi doldurma yeminini nasıl gerçekleştirecek. Ayetlerde açıkça söylenen bu durumu bir değerlendirelim. Merhamet kısmı tamamen inananlaradır. İnanmayanların merhametten nasibi yoktur. Onun için, bu anlatımda “tanrı merhametlidir” sözü geçerli değildir.

60-80 yıl kadar ateist olarak yaşayan ve sınır tanımayan doktorlarda gönüllü çalışan bir kişi, genel İslam mantığına göre ilelebet cayır cayır yanacak. Çünkü Allah’ı tanımıyor hatta inkâr ediyor ama, hayatını riske sokarak tanrının bile unuttuğu ücra yerlerde, insanlara yardım etmeye çalışıyor.

Kuran’ın sıra yorumuna göre bu insan ilelebet yanacak. [tooltip layout=”box” text=”Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri biz yarın bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler vereceğiz. Çünkü, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” effect=”1″]Nisâ  56[/tooltip]  ayeti hükmüne göre, acı çeksin diye derileri yenilenecek. Ölmek yok, çünkü Allah öyle adil ki, 60-80 yıl yanlış yaşamış bir süreye, ilelebet ceza vermiş. Bu nasıl adalettir? Allah’ın insanlara reva gördüğü bu cezaya göre Allah sadisttir. Hatta sadistler bile, belki 1 milyon yıl sonra insafa gelebilir. Oysa Allah bir milyon değil trilyon yıl sonra bile insafa gelmeyecek. Ve Müslümanlar bunun doğru olduğuna inanır. El insaf… Allah böyle sadist bir şey olabilir mi?

Şu söylenebilir, Allah akıl vermiş, doğru yolu bulsaydı diye. Oysa [tooltip layout=”box” text=”Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.” effect=”1″]Bakara 7[/tooltip] ayetinde o tür insanların kalplerinin mühürlü olduğunu görüyoruz. Oysa [tooltip layout=”box” text=”Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?” effect=”1″]Yunus 99[/tooltip] ayetinde peygamberin bile insanları zorlayamayacağını görüyoruz. Kuran bunu açıkça söylemektedir. Ne kadar kişinin kalbi mühürlü ne kadarının mühürsüz olduğu planlıdır. Büyük çoğunun kalbi mühürlüdür, çünkü cehennem dolacak…

Benim bu ayetlere yorumum çok farklıdır. Bir Müslümanın kalbi Müslümanlığa, bir Budist’in kalbi Budizm’e mühürlenmiştir. Diğer inançlar için, kulakları kilitlidir. Yani her insan inanacağı şeyi bilerek seçmekte ve doğmaktadır. Onun için, hemen herkes inançlarına sımsıkı sarılır. Çünkü tekâmülde alacağı kademe, en iyi o zaman sonuç verecektir. Ondan dolayı inançlarına (doğru olmasa bile) inanır.

Genelde söylediklerime karşı çıkanların itirazı “Yüz kişiyi öldür, çal, çırp, insanlara eziyet et; ahrette de ağalar gibi yaşa” şeklinde olmaktadır. Bu mantık doğru değildir. İnsan vicdanı ile öte dünyaya gider. Bu yaptıkları onun için, yüz karasıdır ama onu kimse cezalandırmaz. Aksine onu teselli eder ve yeni hayatında çok daha iyi bir insan olabilmesi için, çalışılır. Ego gibi dürtüler bedenin getirisidir ve insana kötülük yaptıran şeylerdir. Kıyamette insanlar bedenlerini terk edecekleri için, ego, kin gibi şeyler, yani Kuran’ın şeytan dediği bu güdüler öte dünyaya gitmeyecekler. Onun için, öte dünyada insanlar kendilerini tarafsızca yargılayabileceklerdir.

Eğer kişi yaptığından pişmanlık duyarsa ve yaptığını telafi etmeye çalışırsa onu hemen herkes bağışlar. İşte öte dünyada durum tam olarak böyledir. Kişi yaptığı kötülüklerin farkına varır ve onları yaptığı için, kendini suçlar. Zaten ego gibi ona o kötülükleri yaptıran duyguları olmadığı için, pişmanlık duyar. O kişiyi cezalandırmak yerine teselli etmek gerekir. Bir dahaki hayatında daha iyi olması için, ona fırsat vermek gerekir. Bu durum [tooltip layout=”box” text=”Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. ‘Bizi buna erdiren Allah’a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler.’ derler. Onlara şöyle seslenilir: ‘İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz’.” effect=”1″]Araf 43[/tooltip] ayetinde ” Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız” söylemiyle anlatılmaktadır.

Kuran’daki cehennem inancı, içinde, cevabı da saklamaktadır. İşin sırrı Meryem 71 ayetinde gizlidir.

 [stextbox id=”warning”]Meryem 71 İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.[/stextbox]

İstisnasız herkesin cehenneme varması ve bunun kesinleşmiş hüküm olması önemlidir. Çünkü ruh bir enerjidir ve ancak enerji ortamında yaşayabilecektir. İşte burası da cehennemdir. Yani öte dünya cehennemdir. Fakat bu mevcut inanışa terstir. Çünkü iyilerin cehenneme gitmesi hatalı olmalıdır. İşte [tooltip layout=”box” text=”Sonra Allah’dan korkup, sakınanları kurtaracağız ve zalimleri de toptan cehennemde bırakacağız.” effect=”1″]Meryem 72[/tooltip] bu ayetin kamuflesini sağlamaktadır. Böylece önemli bir bilgi, Kuran’da gizlenebilmiştir.

Bu kadar insafsız bir ceza yöntemi olan “ateş”i kullanmanın amacı ise, yine bir gerçeği saklamak içindir. Kuran ateşi “enerji” anlamında kullanmaktadır. Yani cehennem kelimesinde, öte dünyanın yapısının anlatımı gizlenmiştir. Orası enerji ortamıdır.

4.Neden insanları uyarmak için, peygamberler seçmek durumunda kalmıştır. Kendisinin herkese ulaşmaya gücü yetmiyor mu?

Yapılması istenen şey, tüm insanların (tek kişi bile zayi edilmeden) tekâmüllerini tamamlamalarıdır. Fakat her ruhun tekâmül etmesi için, farklı farklı ortamlar gereklidir. İşte dinler, tarikatlar veya materyalizm gibi tüm inanç sistemleri bir yaşam alanı oluşturur. Her ruhun tekâmülünde en uygun ortam, bu inançlar içinden seçilir. Çünkü her ruha yetecek kadar çeşit mevcuttur. Onun için,, dünyada tek bir dinin oluşması istenen bir şey değildir. Eğer Allah inananlara ulaşsaydı herkes aynı şeye inanacaktı. Bu da istenen çeşitliliği sağlamayacaktı. Onun için, dinler, bazı seçilmiş kullar aracılığıyla oluşturuldu. Aslında, önde gözüken peygamberlerden çok daha fazlası, gizlide kalmıştır. Örneğin Müslümanlarda ilk Müslümanların çok büyük etkisi vardır. Mesela; Hatice, Ömer, Osman, Ali gibi insanlar, dinin yayılmasında çok etkili olmuşlardır.

Arabistan çöllerinden çıkan bir dinin, dünyanın üçte birini etkileyecek seviyeye gelebilmesi kolay değildir. Bu işe kutsal mekânların katkısı olmak zorundadır. O dönemlerde bilginin paylaşılması ancak sözel olmak durumundaydı. Uzaktaki insanlar dedikoduyla din değiştirmiş olmalıdır. Çünkü bugünkü telekomünikasyon yöntemleri olmadığı için, kaç kişinin haberi olabilirdi. Ayrıca günümüzde kaç kişi nette elde ettiği bilgiler ile, din değiştirmiştir. Söylendiği gibi dinin yayılmasının kılıç zoruyla olması da pek olası değildir. Çünkü, kişi zorla Müslüman olsa bile, bu, köprüyü geçene kadar ancak sürer. Gizliden kendi inancını devam ettirebilir. Elbette bir miktar etki etmiş olsa da, ana etken olamaz. Bence ana etken kutsal mekânların desteğidir. Onlar, o insanların kalplerini ısındırmışlardır. Böylece kısa sürede büyük kitlelere ulaşabilmiştir. Müslümanlıktan önceki inançların o insanların inanç ihtiyaçlarını karşılamıyor oluşu da etken olabilir ama bence ciddi etken değildir. Çünkü günümüzdeki dinler de, insanların ihtiyaçlarını karşılamıyor oluşuna karşılık, inanç devam ediyor. Dediğim gibi en büyük etki, o insanların kalplerinin ısındırılmasıdır ve bu doğumdan önce ruha yüklendiği için, kimse tarafından görülmez.

Bu etki ruhun yaşayacağı hayatı seçerek gelmesiyle açıklanabilir. İşte dinlerin yayılmasında bu yöntem çok etkilidir. Kişi daha doğmadan Müslüman bir hayat seçmiş olduğunda, dünyada bedenlendiğinde nerde olursa olsun Müslüman olacaktır. Çünkü suyun çatlağını bulması gibi kişi, Müslümanlığı bulacaktır. Bu onun doğal akışıdır. Kendini orada huzurlu hissedecektir. Bu durum her inanç için, geçerlidir. Bu yöntemle dünyada kaç inanç olacağı ve kaç kişinin inanacağı plânlanmıştır. Hatta her hayat kişiye özel plânlanır.

Yani Tanrı her kuluna ulaşabilir ama bunu tercih etmez. Çünkü onun amacı dinlerdeki gibi değildir. O hiçbir ruhu zayi etmeden kazanmak derdindedir. Allah’ın, insanların tek dine mensup olmasını istemediği açıktır.

 [stextbox id=”warning”]

Yunus 99 – 100 Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?

 Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler. 

[/stextbox]

Yani “Herkes Müslüman fıtratı üzerine doğar” ya da “Allah, tüm insanların Müslüman olmasını ister” gibi sözler birer Müslüman uydurmasıdır. Her dinde benzer bir düşünce yapısı vardır.

5.Neden Adem’in cennetten kovulmasına müsaade etti? Neden şeytanın Adem’i kandırmasını engellemedi?

Eğer Âdem’in cennetten kovulmasındaki mantığı bize sunulan anlatımla kabul ederseniz, Allah sıradan güçleri olan bir varlık haline döner. Çünkü Şeytan Allah’a gözükmeden Âdem’i kandırmıştır. Allah ise o anda orada olmadığı için, duruma müdahale edememiştir. Sonra geldiğinde durumu anlamış ve Âdem’i cennetten kovarak cezalandırmıştır. Bu mantık Allah’ı, epey güçleri olan ama, sınırsız ve sorunsuz bir varlık olmaktan çıkarır. Öyle her yerde hazır ve nazır biri değildir.  Bir varlık şeklinde ve zaman içinde olan biridir. Zaman içinde gezer ama her zamana aynı anda bakamaz. Müslümanlar böyle bir Allah’ın varlığına inanır ama bunu bilmezler. Bu açmazı düşünmez ve göz ardı ederek kendilerini kandırırlar. Oysa durum çok başkadır.

Kuran ya da diğer din kitapları tarih kitabı değildir. Tarihsel olaylardan çok, bilgi vermek amaçlıdırlar. Âdem’in hikâyesi de yaşanmış bir süreç değil, bilgi verme yöntemi olarak düşünülmelidir. Sembolik bir anlatım olduğunu anlamak gerekir.

Kurandan birkaç ayeti alarak inceleyelim. [stextbox id=”warning”]

Sad 71. Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım.”

Sad 72. Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın.”

Sad 73 Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.

Sad 74 Yalnız İblis etmedi, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.

Sad 75 Allah: “Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” dedi.

Sad 76 İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

Sad 77 Allah: “Hemen çık oradan, artık sen kovuldun.”

Sad 78 “Ve elbette lanetim ceza gününe kadar senin üzerindedir.” buyurdu.

Sad 79 İblis: “Ya Rab! O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.” dedi.

Sad 80-81 Allah: “Haydi belirli bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin” buyurdu.

[/stextbox]

Çok güzel bilgiler içeren bir anlatım… Kısaca özetlemeye çalışayım, daha detaylı olarak “Âdem’in cennetten kovuluş sembolizmi” adlı makaleden okuyabilirsiniz.

Dünya denen gezegende bir madde beden yaratıldı. Bu yaratma sürecinin ne kadar zaman aldığını ayet belirtmiyor ama ilk canlıdan primata kadar geçen süreci kastettiğini düşünüyorum. Çünkü Sâd 71 ayetinde “insan yaratmaktayım” diyerek sürecin devam ettiğini ima etmektedir. Sâd 72’de “onu tesviye edip, düzelttiğimde” diyerek bu işlemin bir zaman alacağını söylemektedir. Burada çamur, elementleri, yani insanın madde bedenini anlatıyor. Fakat içine ruh üflenmesi durumu da vardır. Demek ki insan, iki ana unsurdan oluşmaktadır. Biri madde beden, diğer ise Ruh… İşte kuran bu madde bedene “insan” ruh’a ise “cin” demektedir. Yalnız cin denmesi için, öte dünyada olmak gerekir. Yani bizlerin ölmüşleri cin statüsündedir. İblis sembolizmini “Kuran’da İblis ve Şeytan, neyi temsil eder?” adlı makaleden okuyabilirsiniz.

Ayetlerde, Adem’e secde etmeyen “iblis”; aslında kendisidir. Kendisine secde edemez. Şeytan ise, içinde bulunan, hayvansal güdüleridir. Ve onlar insanı kötü yapan duyguların tümüdür. Kıyamete kadar insanla beraber olacaklardır. Çünkü bu duygular dünyada yaşayabilmek için, gerekli mekanizmalardır. Eğer şeytan olarak nitelenen ego, üreme, annelik, sahiplenme vs güdüleri olmasaydı, insan çoktan yok olup giderdi. Dünyada uzun süre kalmasını sağlayan şey, bu güdüleridir. Ruh, insana vicdan ve sevgiyi katar ve her ikisi de dünyada yaşayabilmek için, negatif durum oluşturur. Fakat insanlık geliştikçe bu duyguların öne çıktığını görüyoruz. Yani bizim ruhsal güdülerimiz, hayvansal güdülerimizi baskıladığı oranda, iyi insan olmaktayız. Ölüm ve doğum olayının olması da, sırf ruhun tekamülünü gerçekleştirebilmesi için, kurulan bir mekanizmadır. Eğer insan paslanmayan bir metalden yapılsaydı ve enerjisini güneşten alsaydı ölümsüz bir şey olabilirdi. Üstelik çok daha kolay şekilde de oluşturulabilirdi.

Cennet; Âdem ve Havva için, ekmek elden su gölden bir yaşam alanıdır. Fakat bu ortam ruhun tekâmülü için, iyi şartlar sunmaz. Onun için, insanlığın zor şartlara sahip ortamlara gönderilmesi gerekir. İşte cennetten kovulma sembolizmi onu anlatır.

Bana göre cennet, ilk insanın oluşturulduğu dünyasal bir yerdir. Yani dünyadaki bir laboratuvar ortamıdır. Zaten hem Kuran, hem de Tevrat cennet ile, bir bahçeden bahseder. Bence Orta Doğu Afrika’da bir hayvanat bahçesi olmalıdır. Orada geliştirilen insanın, tüm dünyaya yayılması gerekiyordu. Onun için, cennetten kovuldu. Böylece dünyayı kolonileştirdi.

  1. Tekâmül Kuran’da önemle işlenen bir konu iken, neden mevcut inanışta hiç yer bulmaz?

Aslında bu soruya şimdiye kadar yazılanlarla, cevap verilmiş oldu. Belki bazıları Kuran’da tekâmülün değerini anlamamıştır. Konuyu “Kuran’a göre tekâmül ve bilimsel anlamı…” adlı makaleden okuyabilirler. Ben konuyu verdiğim linkte inceledim. Burada da dolaylı destek veren ayetlerden birini incelemek istiyorum. bakara 216

 [stextbox id=”warning”]Bakara 216 Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.[/stextbox]

Ayettin ikinci yarısı, önemli mesaj içermektedir. İnsanlar için, doğru gözüken bir şeyin yanlış, yanlış olanın doğru olabileceği anlatılmaktadır. Eğer bu ayeti tekâmül konusunu göz önüne alarak değerlendirirsek, ne demek istediği çok açık gözükmektedir. Daha anlaşılır olması için, şöyle örnekleyeyim. Çok zengin bir insan, daha sonra iflas edip, çok zor bir hayat yaşayabilir. Kişi açısından baktığımızda bu onun için, kötü bir durumdur. Oysa durum tam tersidir. O kişi, zor hayatı yaşayarak, tekâmülde çok büyük merhale almış olabilir. Yani geçici dünya hayatının eziyetli geçmiş olması, kötü olmayabilir.

Ayete dönecek olursak, insanlar için, savaşların kötü olduğu, hoşlanmadıkları söylenmektedir. Gerçekten de savaşlar, insanlığın yüz karasıdır. Fakat tekâmül açısından baktığımızda, savaşlar büyük yarar sağlamaktadır. İlk faydası teknoloji ve bilimin gelişmesinedir. Bunun en güzel örneğini Hitler’de görürüz. Hitler, dünyaya egemen olma tutkusu yüzünden, bilim ve teknolojiye çok büyük yatırımlar yapmıştır. O dönemlerde normal şartlarda yapılmayacak yatırımlar yapılmıştır. Aynı şekilde, karşı güçlerde, aynı araştırma geliştirme çalışmalarını yapmak zorunda kalmışlardır. Bu araştırmalar bilim ve teknolojinin sıçramasına sebep olmuştur. İşte bu araştırmalar tekâmül için, olumlu katkı yapmaktadır.

İkinci faydası, insanların dünyada çok fazla zaman geçirmelerinin önüne geçilmiştir. Tekâmül açısından en verimli dönem, insanın öğrenme dönemidir. Bunun da en verimli zamanı, okullarda olur. Daha sonraki hayatı, ikinci derecede fayda sağlar. Bu hayatı da 35-40 yaşlarına kadardır. Ondan sonraki dönem pek fayda sağlamaz ama, sıfır da değildir. Ancak Nasrettin Hocanın dediği “bir dirhem şeker için, bir çeki odun çiğneyemem” durumuna döner. Savaşlar, bu gereksiz dönemlerin yaşanmasını epey engeller. Onun için, ayette, savaş kelimesinden sonra bu açıklama yapılmıştır. İnsanlardaki yaşama içgüdüsü, ölümü öcü gösterdiği için, savaşları sevmeyiz ama bizi organize edenler durumu iyi bilir.

Mevcut İslam inanışı, yeniden doğuşu kabul etmez. Onun için, yeniden doğuşun olmazsa olmazından tekâmül, görmezden gelinir. Bu konuyu irdeleyen Prof Yaşar Nuri Öztürk, yeniden doğuşun olabileceğini kabul etmektedir. Fakat o da, çok fazla kere, yeniden doğmaya, sıcak bakmamaktadır. Çünkü onun tek kaynağı Kuran’dır. Kuran’da da bu konu gizli olduğu için, ancak bu kadarına ulaşabilmiştir. Eğer aklınızı ipotek vermediyseniz sizde birçok şeyin bize gösterildiği gibi olmadığını göreceksiniz.

Kuran’ın bu şekilde yorumlanacağı bilinen ve ayrıca, plânlanan bir süreçtir. Flynn etkisi bu sürecin neden böyle plânlandığını anlamamızı sağlar. Konuyu “Flynn etkisi” adlı makaleden okuyabilirsiniz. Geçmişte insanlığın soyut konuları, çok daha zor anladığını biliyoruz. Bu da Sembolik dille yazılan Kuran’ın gerçek anlamının ortaya çıkamayacağını gösterir. Ondan dolayı, soyutu somutlaştırmak için, peygamberin sözleri ve Tevrat kullanılmıştır. Kuran’a bu günkü anlamının verilebilmesinde Tevrat, tartışılmaz bir kaynak olmasına rağmen, sembolik anlamı için hiçbir değeri yoktur. Bu sayede Kuran, iki farklı anlam içerir durumdadır. İkinci anlamı, kıyamette ortaya çıkacak ve insanlığı kıyamete hazırlayacaktır.

Seyfullah DEMİR