Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz…

Kuran’da çok ilginç olan birkaç sure var ama bunlardan Kehf suresi gerçekten mucizeler içerir. Bana göre; Kuran’ın da en önemli konusu olan “geçmiş medeniyetlerden kalan kütüphaneler” hakkında bilgi vermesi onun mucizesidir. Buradaki yazımda kütüphaneler hakkında güzel bilgiler verdiğini yazmıştım. Bu yazımda ise yine aynı surede adı geçen önemli bir şahsiyet olan Zülkarneyn’i incelemek istiyorum. Fakat Zülkarneyn konusunu anlamak için, bu kütüphaneler konusunun da okunması gerekir. Çünkü Zülkarneyn denen şahsiyetin, bu kütüphanelerin açılması ve kapatılmasıyla direk ilgisi var.

Önce, Zülkarneyn ismini açıklamak gerekir. Çünkü Kuran kelimelere mucizevi anlamlar yükleyebilir. Zülkarneyn kelimesi de öyle bir kelimedir ve kişinin kimliği hakkında önemli ipuçları verir. Zülkarneyn, karn kelimesinin önüne ve arkasına gelen eklerden oluşur. Geçmişteki âlimler, Karn=boynuz olarak almışlar. Eğer karn kelimesini boynuz olarak alırsak karneyn çift boynuz olmuş oluyor. Zu takısı ise mülkiyet, sahip olma anlamını veriyor. Bu tanıma göre:

ZÜL-KARN-NEYN, çift boynuz sahibi olarak çevrilebilir. Fakat bu çok anlamlı bir şey olmuyor. Serhat Ahmet Tan bu konuyu incelemiş ve Karn kelimesinin Enam 6’da “devir” olarak kullandığını söylemektedir. Onun bu kelimeye verdiği anlamı doğru olarak görüyorum. Sadece o değil başkaları da bu anlamı kullanmıştır.

[stextbox id=”grey”]

ZU=Başından sonuna kadar

KARN: Canlı topluluklarının baştan sona medeniyet dönemleri.

EYN: Birbirine benzer, birbirini takip eden, birbirine zıt bir ikilik. (Serhat Ahmet Tan-Zülkarneyn sayfa 39)

[/stextbox]

Bu tanımlardan benim anladığım şu; birbirini takip eden iki devrin arasında var olan biri. Bu tanım benim teorilerimi tam destekleyen bir tanımdır. Eğer Atlantislilerle, bizim medeniyetlerimizi düşünürsek Atlantislilerden kalan bir görevli olduğunu görürüz. Önceki dönemin insanı ama sonraki dönemi de organize etmekle görevli. Yani hem kendi dönemini hem de sonraki dönemi organize etmekle görevli.

Sayın Eren Erdem’de aynı kelimeyi şöyle tanımlamaktadır. Tanımı burada bulabilirsiniz. 

[stextbox id=”grey”]“Zülkarneyn bu manada “iki çağın sahibi” manasına gelir. Bu iki çağ tıpkı şöyledir; “Afrika’yı işgal eden Fransızlar ile ilkel bir kabilenin karşılaşması durumu.” Bu hususta, her iki koşulun da bilgisine vakıf olan, iki toplulukla da iletişim kurabilen “Zülkarneyn” olur.” [/stextbox]

Demek ki bu kişi, iki farklı devir arasında ki işleri organize edecektir. İşte önemli olan bu devirlerin ne olduğunu anlayabilmektir. Aslında biz bu devirleri biliyoruz. Bu blog, çağ değişimini araştıran bir bloktur. Özellikle Uzaylılar mı? atlantisliler mi? yoksa melekler mi?” Adlı yazımda bu konuyu incelemekteyim. Bu çağ değişimiyle ilgili benzer anlatım Tevrat’ta da vardır. Linkini verdiğim yazımda da belirttiğim gibi:

[stextbox id=”warning”]İlâhi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi.[/stextbox]

Bu ayette: İlâhi varlıklar: Zülkarneyn ve arkadaşları. Atlantislilerden kalan görevliler.

Nefiller: Atlantislilerden, Altınçağ’ı yaşayanlar. Yani, tekâmülünü bitirememiş olanlar.

İnsan kızları: Genleriyle oynanıp geliştirilen Homo-Sapiens.

Ayette de belirttiği gibi Nefiller, eski çağ insanlarıdır. Dünya artık yeni bir türe, yani insana aittir.

Ayrıca Bakara 30 ayetinde bahsettiği Ben yeryüzünde bir halife yaratacağımsözündeki halife, insandır. Ayet; onun için insana halife demektedir. Çünkü halife “öncekinin ardılı”, “onun yerini dolduran” demektir. Yani Âdemoğlu, bu eski çağ insanlarının halefidir. Şimdi asıl konumuz olan, Zülkarneyn’in görevinin detaylarının anlatıldığı  Kehf sûresini anlamaya çalışalım.[stextbox id=”warning”]

83: Bir de sana Zülkarneyn’den soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.

[/stextbox]

Zülkarneyn kıssası; Bir senaryo ile, bize güzel bilgiler aktarma yolu olarak seçilmiştir. Kuran’ın sembolik dille yazıldığını söylemiştim. İşte Zülkarneyn’de bir sembol. Neyi sembolize ettiğini araştırmaya devam edelim.  [stextbox id=”warning”]

  1. Gerçekten biz onu (zülkarneyn’i) yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmesinin bir yolunu verdik.

[/stextbox]

Zülkarneyn, Altınçağ’da olan görevlidir. Onun için hem teknolojik olarak hem de ruhsal yetenek açısından çok üstün biridir. Ayette, “verdik” kelimesinden bu insanın özel olarak görevlendirildiği ve yetkilendirildiği anlaşılmaktadır.

[stextbox id=”warning”]85.  Derken o da bu yollardan birini tutup gitti.[/stextbox]

Elmalılı orijinal mealinde  -Sonra da bir sebebi ta’kıb etti- şeklinde meallendirdi. Burada “sebeb” bir yol olarak düşünüldü ama yol dünyasal bir yol değildir. Daha çok öte dünyayla ilgili bir tanımdır. Buradaki anlam hedefe gidilen, hedefe tırmanılan manevi yol anlamındadır. Bilgiye ulaşma yolu gibi düşünülebilir. Fakat çok kolaylıkla ulaşılabilecek bilgi değildir. Ona ulaşmak için özel kişi olmak gerekir. Altınçağ görevlisi gibi…

[stextbox id=”warning”]

  1. Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın.”
  2. O da demişti ki: “Kim haksızlık ederse muhakkak ona azab edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, O da onu görülmemiş bir azabla cezalandırır.”
  3. “Amma her kim de iman edip iyi bir iş yaparsa, buna da en güzel mükâfat vardır. Biz ona dünyada kolaylık gösterir zor işlere koşmayız.”

[/stextbox]

Kuran’da güneş kelimesinin bilgi anlamında olduğunu düşünmekteyim. Güneşin battığı yer, bilginin gizlendiği yer anlamındadır. Burada güneş, bilgiyi sembolize ediyor. Aslında buradaki bilgiyle kastedilen, bahsettiğim kütüphanelerdir. Bu bilgiler, insanlığın gerçek bilgileridir. Bu bilgiler yaratılışın tüm sırlarını içerirler. Hem dini hem de bilimsel yönden insanlığın ulaşabileceği en üst seviyedeki bilgilerdir. Fakat bu bilgileri anlayabilmek için insanlığın belli bir bilinç seviyesine gelmesi gerekir. Onun için bu bilgiler belli bir düzeye gelene kadar gizlenir. İnsanlık henüz bu bilgileri özümseyecek seviyeye yeni yeni geliyor. Onun için bilgilerin açılma zamanları yakındır.

İki tane kütüphanenin olduğunu yazmıştım. Bunlardan biri Budistlerin yaşadığı Tibet’te, diğeriyse Mısır’da. Tibet’te olanı, Budist rahiplerinden birilerinin bildiğini düşünüyorum. Mısır’daki kütüphaneden kimsenin haberi yoktur sanırım. “Zülkarneyn’in bize bıraktığı sırlar” adlı makalede, Kehf sûresinde uyuyan yedi gencin, bu kütüphanelerdeki bilgileri sembolize ettiğini yazmıştım. O zaman bu kütüphaneler 300 yıldır hiç açılmamış demektir. Benim Kehf 25 ayetinden anladığım şudur. Bu kütüphaneleri 300 yıl sonra birileri açacak ama onlarda, dünyaya duyurmak için dokuz yıl daha bekleyecek. Bunun nedenini “Neden Sur’a, iki kere üflenir?” adlı makalemde anlatmaya çalıştım. Kuran bu kütüphanelerin açılmasını “Sur’a üflenme” metaforu arkasına gizlemiştir. Kuran, ilk sura üflendiğinde, insanlığın ölüm sarhoşluğuna girecek  olduğunu söylemektedir. Bu çok büyük karmaşalara sebep olabilecek bir durumdur. İşte bu dokuz yıl; Zülkarneyn’in, insanların bu travmayı sorunsuz atlatabilmesi için yapması gerekenleri öğrenip, uygulama süresidir.

Ayetlerdeki cezalandırma; cehennemi, mükâfatlandırma cenneti anlatır ki buda semboliktir. Cehennem ruhun yaşam alanıdır. Onun için yanmaz. Cennet ise bedenin yaşam alanıdır. Gördüğünüz gibi Zülkarney’in ilk yolculuğunda bulduğu kavim bizleriz. Ceza mükâfat sistemiyle tekâmül etmeye devam ediyoruz. Ayetlerdeki ceza ve mükâfat, öğretilerimizin anlatımıdır. Öğretilerin içinde en büyük yeri dinler oluşturur. Yani bizler kıyamete kadar inanç sistemleriyle yönlendirileceğiz demektir.

[stextbox id=”warning”]

  1. Sonra Zülkarneyn yine bir yol tuttu.
  2. Nihayet güneşin doğduğu yere vardığında, güneşin kendilerini ondan koruyacak bir siper yapmadığımız bir kavim üzerine doğmakta olduğunu gördü.

[/stextbox]

Zülkarneyn ikinci yolculuğunu güneşten korunmayan birilerine yaptı. Güneş bilgi olduğu için bu kavmin, kütüphanelerdeki bilgilere vakıf olduğunu anlayabiliyoruz. Zülkarneyn ikinci yolculuğunu, insanlara kütüphaneleri açmak için ya da o bilgilere vakıf bir sistem kurmak için yapmıştır. Bu sistem makro felsefe mantığıyla yönetilen bir dünya demektir. Bu yer, tekâmülü yetmeyenlerin yaşayacağı Altınçağ dönemidir.

[stextbox id=”warning”]

  1. İşte Zülkarneyn’in kudret ve saltanatı böyleydi. Ve biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.

[/stextbox]

Zülkarneyn’in bu konularda bilgi sahibi bir kişi olduğu ve yaratılış sırrına vakıf olduğu, ayrıca bu işin kutsal mekânlarca programlandığı anlaşılmaktadır. Zülkarneyn’in Kuran’a göre mehdi makalemdeki hadid gibi görüşü keskin birinin olduğu anlaşılmaktadır. “Bilgimizle kuşatmıştık” ile “Ona hidayet verdik” aynı anlamdadır. Bu kişi aynı zamanda Sebe 10 ayetinde belirtildiği “demirin yumuşatıldığı” kişidir.

[stextbox id=”warning”] 92. Sonra yine bir yol tuttu.

  1. Nihayet iki settin arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiç söz anlamayan bir kavim bulmuştu.

[/stextbox]

Zülkarneyn’in ilk yolculuğunda bilgiler gömülmüştü. İkinci yolculuğunda bu bilgileri açmıştı. Üçüncü yolculuğundaysa, aptal boyutunda birileriyle karşılaştı. Zülkarneyn’i bizden önceki türün Mesih’i olarak görürsek: ayette belirtilen aptallar, bizdik. Bizim Homo Sapiens olduğumuz dönemdi. Burada ki iki set, bir çağın bitip diğerinin başladığı zamandır. Bu dönem; hem Nefiller, hem de Sapiensler yani insan kızları dönemidir.

[stextbox id=”warning”]

  1. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc bu yerde fesat çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu?”
  2. Dedi ki: “Rabbimin bana vermiş olduğu servet ve saltanat, sizin vereceğiniz şeyden daha hayırlıdır. Bana maddî yardımda bulunun da sizinle onların arasına en sağlam seddi yapayım.
  3. “Bana, demir kütleleri getirin.” Nihayet dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit: “Ateş yakıp körükleyin” dedi. Demiri bir ateş koru haline getirince. “Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim” dedi.
  4. Artık Ye’cüc ve Me’cüc bu seti ne aşabildiler ne de delebildiler.

[/stextbox]

Ayetten anladığım, o dönem insanları yani bizim aptal versiyonumuz olan Sapiensler bu bilgilere vakıf olursa, ciddi problemlere sebep olacaktır. Birincisi; bu bilgiler, kendine hizmet ile tekâmül etmesi gereken insanın, bencil yapısına karşı bir yapıda olduğu için tekamüllerine zarar verecek niteliktedir. İkincisi; insanlık bu bilgilerden haberdar olarak gelişirse zaman içinde onları yozlaştıracak, küçümseyecek böylece gözden düşürecektir. Ve en önemlisi kıyamette yapmaları gereken ölüm sarhoşluğu gibi etkileri yapamayacaklardır. Onun için bilgiler gizlenmiştir. Kapılarına mühür vurulmuştur. Tâ ki! âdemoğullarının Mesih’inin gelişine kadar.

Düz mantıkla baktığımızda: Zülkarneyn demirden bir sığınak yapıp üzerini ziftle kapladı. Demir sağlamlık, zift ise paslanmayı önlemek için olmalı” diye düşünebiliriz. Fakat buradaki kelimelerde ince sırlar var. Ayette demir kütleler diye çevrilen “zubere el hadîdi” kelimesi bana göre “sırlı bilgiler içeren kitap” demektir. Zebur’un kitap olduğunu biliyoruz. Hadid ise Kuran’a göre mehdi adlı makalede açıkladığım gibi, uyanmış kişiye verilen ünvandır. Buradan “uyanmak için gereken bilgiler” olduğu anlamı çıkıyor. “Nihayet dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit” ayetinde ise iki kütüphanedeki bilgilerin denkleştirdiği anlamı taşıyor. Yani Tibet ve Mısırdaki kütüphanelerdeki bilgilere, son insan türünün bilgileri de eklendikten sonra, kapatılmıştır. Bu bildiğimiz bir yeraltı kütüphanesidir. Biri Mısır’dadır, diğeri Tibet’tedir. Yecüc Mecüc Tibet’teki kütüphanenin ismidir. Mısır’daki Dabbe olarak anılır. Fakat her ikisi de aynı görevliler tarafından oluşturulmuştur. Bu süreçte Altınçağ insanları bilgilere sorunsuz ulaşırken, sadece yeni türün ulaşması engellenmiştir. Altınçağ insanlarına açılan bilgilere diğer insanların ulaşımı belli bir zamana kadar engellenmiştir.

Hanok’un kitabına göre, Tibet’teki kütüphane her türlü su baskınına karşı korunaklıdır. Mısır’dakiyse her türlü ateşe karşı korunaklıdır. Sanırım dünyada olabilecek en büyük tsunami felaketi veya göktaşı düşmesine karşın, mutlaka biri ayakta kalacak şekilde yapılmışlardır.

[stextbox id=”warning”]

  1. Zülkarneyn dedi ki: “Bu Rabbimin bir lütfudur. Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır. [/stextbox]

“Bu Rabbimin bir lütfudur.” Yani bu rab bilgisidir. İnsanların bir süreliğine bilmemeleri gereken bilgidir. Ve zamanı geldiğinde insanlara açılacaktır. Bu sistemin gereğidir ve mutlaka gerçekleşecektir.

[stextbox id=”warning”] 99. Biz o gün (kıyamet günü) onları bırakıvermişizdir. Dalgalar halinde birbirlerine girerler, Sûr’a da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır. [/stextbox]

Kıyamet günü geldiğinde bu bilgiler insanlığa duyurulacaktır. O gün sura üflenmiş olacaktır. Bu bilgiler insanlıkta öyle büyük bir etki yapacaktır ki! insanlık dalgaların birbirine karıştığı gibi karışacaktır. Başka ayette de Sana dağlardan soruyorlar. De ki: “Rabbim onları un-ufak edecektir.” “Yerlerini bomboş, dümdüz bırakacaktır.”  “Yerlerinde bir eğrilik de bir yumruluk da görmeyeceksin.” diyerek kıyametin önemine vurgu yapmaktadır. Buradaki dağlar, inançları sembolize eder ve hepsinin kıyamette dümdüz olup, aynı gerçek bilgiye döneceğini anlıyoruz. Dağlardan birini Hıristiyanlık birini Müslümanlık birini ateizm vb şeklinde düşünmek gerekir. Bu durum başka ayetlerde de vurgulanır.

[stextbox id=”warning”]Zilzâl 1’den 5’e: Arz o yaman sarsıntı ile sarsıldığı, Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı, Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman. O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır.[/stextbox]

Ayetlerde arzın sarsıntısını, deprem olarak alırlar ama aslında buradaki sarsıntı insanların “ne oluyor” diyecekleri afallama sarsıntısıdır.  Yerin dışarı atacağı şeyde kütüphanelerdeki bilgilerdir. Zamanı geldiğinde Zülkarneyn’in kapattığı kütüphane açılacak ve gayb bilgilerini Arz’a sunacaktır.

Zülkarneyn; Atlantislilerle, Âdemoğulları arasında vazifelendirilmiş görevlidir. Bugün biz, onun halefini bekliyoruz. Müslümanlar Mehdi, Hıristiyan ve Museviler Mesih, diğerleri kurtarıcı olarak beklemektedirler. Mesih de tıpkı Zülkarneyn gibi iki dönem arasında görev yapacaktır ama yalnız olmayacaktır. Onun yardımcıları vardır. Zülkarneyn ayetiyle Hadid 25 ayetindeki demir aynı kişidir. Hadid 25 de peygamber özelliklerine sahip ve insanlığa büyük faydalar sağlayan ve demir olarak nitelenen kişi Mesih’dir. Fakat o bizim beklediğimiz Mesih’dir. Bir ekip kurarak insanlığı kıyamete taşıyacaktır. Zülkarneyn, Atlantislileri kıyamete hazırlamış ve bizim önümüzü açmıştır. Ayetlerde yardımcılardan bahsetmez ama onun da yardımcıları vardı. Hatta o yardımcıların bir kısmını tanıyoruz bile. Pagan tanrıları olarak tanıdığımız; Enlil, Enki, Ra, Hathor, Tzacol, Marduk, Zeus, Apollon vb bu insanlardı. Uzun yıllar insanlara medeniyeti öğretip görevlerini tamamlamış ve öte dünyaya çekilmişlerdir. Zülkarneyn’in üçüncü yolculuğunu yaptığı geri zekâlı bizleri yetiştirdiler ve kıyamete hazırladılar. Artık görevi yeni ekibin almasına az kaldı. Her ekibin üç önemli görevi vardır. (Zülkarneyn’in üç yolculuğu gibi.)

Birinci görevleri insanlığı kıyamete hazırlamak ve bu süreçte herkesi bilgilendirmek… Böylece insanların bu süreci sorunsuz atlatmalarını sağlamak. Bu Zülkarney’nin birinci yolculuğuna denk gelir.

İkinci görevi, kıyametten sonra tekâmülleri yetmeyenlerin yaşayacakları ortamları oluşturmak… Yani, Altınçağ şehirlerini kurup organize etmek. Orada makro felsefe mantığını yerleştirip insanların açık tekâmül etmelerini sağlamak. O insanlara, yaratılışın tüm sırlarının açık olacağı bir düzen kurmak. Bizden öncekilerin Altınçağ şehirlerinden ikisini tahmin edebiliyorum. Ama dört tane olmaları gerekir. Biri Petra ile Baalbek diğeriyse Ankor kentidir. Fakat Kuran dört adet cennetten bahseder. Yani Mesih dört tane şehir kuracaktır. O zaman, Zülkarneyn’in de dört şehir kurmuş olması gerekir. Tekâmülünü tamamlayamayanların tekâmül seviyeleri farklılık gösterecektir. Bazılarının tekâmülü, daha önde olacaktır. İşte, Kuran bu önde olanlar için “devşirmesi yakındır” tanımı yapmıştır. Bu dönem bin yıl sürecektir ama devşirmesi yakın olanlar çok daha erken bir üst boyuta alınacaktır. Zaten büyük bir ihtimalle devşirmesi yakın olanların yaşadığı şehirler erken boşaldığı için bize kadar gelemediler. Bu da Zülkarneyn’in ikinci yolculuğuna denk gelir.

Altınçağ döneminde insanlık açık tekâmül edecek ve geçinmek için çalışmayacaktır. İnsanlığın asıl meşgalesini sanatsal faaliyetler oluşturacaktır. Ankor kentinin bir sanat şaheseri olduğunu biliyoruz. Baalbek’te de benzer bir yapı var ama daha az görkemlidir. Sanırım Baalbek’tekilerin sanatsal faaliyetlerinin meyvesi Petra’dır.

Üçüncü görevleriyse bizden sonraki türün gelişmesini organize etmek olacaktır. Asıl görevleri bu olacak ve çok zaman alacaktır. Fakat görevliler bedenlerine hükmedecekleri için istedikleri kadar uzun yaşama yeteneğine sahip olacaklardır. Sümerlerin krallarının da, uzun seneler yaşadığını biliyoruz. Bu süreçte şempanzelerin hem genleriyle hem de ruhsal tekâmülleriyle uğraşacaklardır. Şempanzeler yaklaşık 15 bin yıl sonra Nuh tufanını yaşayarak, insan görünümüne kavuşacaklardır. Hatırlarsanız, Nuh’un babası oğlunun tanrı oğullarına benzemesi yüzünden karısından şüphelenmişti. Nuh’un insan görünümüne kavuşması ile insansı görünümünde olan babasından çok tanrı oğullarına benzemesini sağlamıştı. Böylece baba şüphelenmiş ve bu işi sormak için kendi babasını Enok’a göndermişti. Sonuçta Nuh’un yeni türün babası olduğunu öğrenmiş ve işi kabullenmek zorunda kalmıştı.

Görüldüğü gibi tek Nuh ya da tek Âdem yoktur. Dünyadan ne kadar tür geçmiş ise, o kadar da Âdem vardır. Fakat Nuh’lar daha çoktur. Çünkü her ırkın kendi Nuh’u vardır. Yani, dünyada ne kadar ırk varsa hepsinin Nuh’u ayrıdır. Ayrıca Âdem ve Nuh kelimeleri de semboldür. Âdem; insanlığı, Nuh; ırkları sembolize eder.

İbn’ül Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye’sinde pek çok Âdem’in olduğunu biraz masalsı bir hikâye ile anlatır.

Yukarıdaki ayetlere göre Zülkarneyn’in de bir sembolik anlatımla Mesih’i anlattığını görebiliyoruz. Ben de ilk yolculuğuna çıkacak olan Mesih’i bekliyorum.

Seyfullah DEMİR